5 Mayıs 2015 Salı
Muhterem Başkan,
Kurumunuzun, yediden yetmişe, inanan inanmayan tüm halkımızı ilgilendiren hizmetlerine dair düşüncelerimi takdirlerinize sunar, zat-ı alinize ve Kurumun değerli mensuplarına başarılar dilerim.
1- Kur’an-ı Kerimin Türkçe meallerindeki vahim hatalar:
Dinî konularda, güzel Türkçemizde pek çok değerli eser bulunmakla birlikte, Kur’an-ı Kerimin mükemmel denilebilecek bir meal-i şerifi maalesef bulunmamaktadır.
Nitekim, 25 Ocak 2014 tarihinde, İslȃm Ansiklopedisinin ikmali vesilesiyle Başkanlığınızca düzenlenen toplantıda konuşan eski Başbakan Yardımcısı Sayın Emrullah İŞLER de bu hususa dikkat çekmişti.
Nitekim, 25 Ocak 2014 tarihinde, İslȃm Ansiklopedisinin ikmali vesilesiyle Başkanlığınızca düzenlenen toplantıda konuşan eski Başbakan Yardımcısı Sayın Emrullah İŞLER de bu hususa dikkat çekmişti.
Mevcut meallerde, gerek Türkçesi ve gerekse ilahî mesajın doğru yansıtılması bakımından kabul edilemez hatalar bulunmaktadır.
1.1. Türkçe hatalara misal;
Hac Suresi 78. Ayetteki, “huvec’tebakum” ibaresi, bir kısım meallerde “Sizi, o seçti” şeklinde yer alırken; diğer bir kısmında ise “O, sizi seçti” şeklinde geçmektedir. Üç kelimeden ibaret, böyle kolay bir ibarenin dahi anlam bakımından büyük farklılık arz edecek şekilde tercümesi, meallerde Türkçenin inceliklerine dikkat edilmediğini göstermektedir.
1.2. İlahi mesajın yansıtılmasındaki hataya bariz misal;
Nebe’ Suresi 33. ayet, “Ve keva’ibe etraba” ibaresi ne yazık ki, zorlama yorumlarla; (dipnot'a bakınız) Ebeveynlerin, evlatları yanında yüzleri kızarmadan okuyamayacağı bir anlam yüklenerek, tercüme edildiği görülmektedir. Piyasada mevcut meallerden bir kaçı dışında, bu zorlama çevirinin hȃkim olduğu görülmektedir.
Müteşabih denilebilecek bir ibareye, parantez dahi kullanılmadan, sanki tam Türkçe karşılığı imiş gibi çarpıtılmış bir anlam yüklenmesi, Kur’an hakkında yeterli bilgisi olmayan insanların zihninde kuşku oluşturacaktır.
Nitekim geçmişte bir gazetenin verdiği Türkçe Kur’an mealini okuyan, üniversite mezunu bir bayanın, namazı terk edip Kur’andan uzaklaştığına şahit olmuşumdur.
Söz konusu ayete bu şekilde, metinde olmayan mȃna vermek, her şeyden önce Bakara/25, Ali İmran/15 ve Nisa/57 ayetlerinde geçen ve erkek için kadını, kadın için erkeği ifade eden; “tertemiz eşler” anlamındaki “ezvacun mutahharatun” ibaresi ile tenakuz teşkil eder.
Çünkü bu ibareye, çoğu meallerde geçen şekilde bir mȃna verilir ise, Cennet nimetlerinin sadece erkekler için olduğu kabul edilir ki; bu durum, yukarıda belirtilen üç ayetle çelişir. Kur’an, çelişkiden azadedir.
Müteşabih denilebilecek bir ibareye, parantez dahi kullanılmadan, sanki tam Türkçe karşılığı imiş gibi çarpıtılmış bir anlam yüklenmesi, Kur’an hakkında yeterli bilgisi olmayan insanların zihninde kuşku oluşturacaktır.
Nitekim geçmişte bir gazetenin verdiği Türkçe Kur’an mealini okuyan, üniversite mezunu bir bayanın, namazı terk edip Kur’andan uzaklaştığına şahit olmuşumdur.
Söz konusu ayete bu şekilde, metinde olmayan mȃna vermek, her şeyden önce Bakara/25, Ali İmran/15 ve Nisa/57 ayetlerinde geçen ve erkek için kadını, kadın için erkeği ifade eden; “tertemiz eşler” anlamındaki “ezvacun mutahharatun” ibaresi ile tenakuz teşkil eder.
Çünkü bu ibareye, çoğu meallerde geçen şekilde bir mȃna verilir ise, Cennet nimetlerinin sadece erkekler için olduğu kabul edilir ki; bu durum, yukarıda belirtilen üç ayetle çelişir. Kur’an, çelişkiden azadedir.
Açıkça ifade etmek gerekirse; Nebe’ Suresi 33.ayetin mealini, Arapça orijinal metinde bulunmayan kelimelerle ifade etmekle; söz konusu ayette Cennet nimetleri sıralanırken güya-haşa! “Cennette takriben 9-13 yaşlarındaki kız çocukları, erkeklere ikram edilecektir” anlamına gelen zorlama ve çarpıtma bir iftiraya yer verilmiş olmaktadır.
Bu tarz hatalı bir mealin, ne denli bir yanlış algıya sebep olabileceğini anlamak için; baba-kız, abi-kardeş, öğretmen-öğrenci yanında okunması halinde, gencecik körpe kız çocuklarında oluşabilecek psikolojik durumu tahattur etmek yeterlidir.
1.3. Farklı kelimelere aynı karşılığın verilmesiyle görülen mana kayıplarına misal;
Şahsen görebildiğim meallerin tamamında; "necm/nucum" ile "kevkeb/kevakib" kelimelerine aynı Türkçe karşılık, yani "yıldız/yıldızlar" verilmiştir.
Bu bağlamda, En'ȃm/76, Yûsuf/4 ve Sȃffȃt/6 ayetlerinde geçen; "kevkeb/kevakib" kelimesinin karşılığının "yıldız/yıldızlar" şeklinde verildiğini görüyoruz.
Oysa, Türkçe "yıldız" kelimesi "necm" kelimesinin karşılığıdır. "Kevkeb" kelimesinin doğru karşılığı ise "gezegen-seyyare" olmalıdır.
Nitekim, ciddi İngilizce meallerde, "kevkeb" karşılığı "planet/gezegen", "necm" kelimesinin karşılığı ise "star/yıldız" olarak verildiği görülmektedir.
Belirtilen ayetlerde geçen söz konusu kelimenin yanlış tercümesi, ayetlerdeki mananın tamamen kaybına sebep olmuş;
En'ȃm/76'daki akşam yıldızı/Venüs'ün neden hemen batıp kaybolduğunun, Yûsuf/4'deki onbir sayısının ve deSȃffȃt/6'daki "dünya seması" tanımlamasının esprisi kaybolmuştur.
1.4. Yanlış meallerin zararı; *
Belirtilen şekildeki yanlış meallerin zararı, bu kadarla kalmayıp; pek çok kişinin dalalete sapmasına sebep olduğu/olacağı açıktır. Buna bariz bir misal, meşhur fikir adamı Nihal Atsız’ın durumudur.
Anılan şahıs; < “Kur’an, Muhammed’in talimatıdır. Kur’an “alemlerin sahibi olan Tanrı’ya hamdederim” diye başlamaktadır. Belli ki bu söz de Muhammedindir. Çünkü Tanrı , kendi kendisine hamdetmez...” > * şeklinde gülünç bir iddiada bulunmaktadır.
* Ötüken Dergisi, 1970, Sayı: 11
Anlaşılan, bu yanlış kanaatinin kaynağı; Fatiha Suresindeki “Elhamdu lillȃhi rabbi-l’âlemîn” ayetinin Türkçe karşılığını “Alemlerin Rabbi Allaha hamdolsun” şeklinde veren mealler olmuştur.
Halbuki muteber bir kaynağa, meselȃ Başkanlığınızca takdire şayan bir hizmet olarak basımı yapılan “İşaratü’l- İ’caz” adlı esere bakmış olsaydı:
Bu ayette “Lillah” kelimesinin başındaki Lȃm harfinin ihtisas için olduğunu, yani “Hamd’in Zât-ı Akdes olan Allaha has ve münhasır olduğunu” görür ve böylece, söz konusu ayetin Türkçe karşılığının kısaca; “Hamd, ȃlemlerin Rabbi olan Allaha mahsustur.” Şeklinde anlaşılması gerektiğini idrak eder, inkȃra düşmezdi.
Anılan şahıs sıradan bir kişi olmayıp, eserleriyle ve fikirleriyle; Türk düşünce tarihinde önemli bir yere sahip olan ve yaşadığı dönemde ve ölümünden sonra da binlerce Türk gencini etkileyen bir hüviyete sahiptir.
Kanaatimce, bu şahsın Kur’an ve Hz. Peygamber hakkındaki yanlış fikirlerine gerekli cevabı vermek bakımından, Başkanlığınıza önemli görev düşmektedir. Adı geçen şahsın eserleri T. Diyanet Vakfı Yayınevlerinde, meselȃ Ankara’da Necatibey Caddesi girişindeki Sıhhiye Yayınevinde ön saflarda yer bulmaktadır.
TDV Yayınevlerinin, seçici davranmayarak, bu tür eserlere vitrinlerinde yer vermesi; bir anlamda onların içerdiği fikirlere meşruiyet kazandırıp, masum gençlerin yanlış fikirler edinmesine sebep olup olmayacağını takdirlerinize havale ederim.
Tabi bu biraz da bizim Müslümanlarımızın vurdumduymazlığı ve demokratik tepkilerini gösterme yetersizliğinin verdiği rahatlıktan kaynaklanmaktadır.
Günümüz dünyasında, acaba Vatikan’a veya herhangi bir Kilise tüzel kişiliğine ait bir yayınevinde; İncil’e ve Hz. İsa’ya ağza alınmayacak iftiralar eden bir yazarın eserlerine yer verilebilir mi?
Muhterem Başkan,
Büyük imkȃnlara sahip olan Başkanlığınızca, yukarıda arz etmeye çalıştığım hususlarla ilgili olarak:
Türk dilinin inceliklerine vakıf, Arapça ve Kur’an ilmine sahip uzmanlardan oluşan bir heyet marifetiyle, mevcut mealleri gözden geçirip; mümkün olabildiğince hatalardan ari, en güzel şekilde bir “Türkçe Kur’an Meali” hazırlanmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Ayrıca, TDV Yayınevlerinde, yukarıda örneğini verdiğim şekilde; şayet, İslam dininin temel esaslarını benimsemeyen yazarların eserlerine yer verilecek ise, bu eserlerdeki batıl fikirlerin, en azından küçük bir broşür halinde ilmî tenkidini yapan bir yayının hazırlatılarak, bu gibi eserlerin yanında bulundurulması, okuyucunun doğru bilgilendirilmesi bakımından önem arz etmektedir. (Devam edecek)
***
dipnot: Nebe’ Suresi 33. ayetin doğru mȃnȃsını bulmak için bir çalışma;
Surenin 31 ilȃ 34. ayetleri, ayet sonlarındaki secavend işaretlerinden (lamelif) anlaşılacağı üzere, devam eden bir konu bütünlüğü arz etmektedir. Bu dört ayet, bir cümlenin parçaları veya bir paragrafın cümleleri gibidir.
Önceki, 30. ayette Cehennem ehlinin akibetini belirttikten sonra; 31. ayette: Cennet ehli muttakiler için, onları mutlu edecek bir “ödül” (bir ortam) olduğu bildirilmekte; ve takip eden ayetlerde o ortam şu şekilde tasvir edilmektedir:
32.ayette “bahçeler ve bağlar” olduğu bildirilmekte;
33. Ayette, “kevâ’ibe etrâbâ” ibaresi ile (o bağ ve bahçelerde) dolgun, olgunlaşmış, birbirinin aynı/üniform meyvelere (yani biri küçük biri büyük, bir ham biri olgun değil) işaret edilmekte;
34. ayette ise o meyvelerden, danelerden sıkılmış şaraplar (içecekler-şuruplar-meyve suları; "alkollu içki değil") ile dolu kadehlerden bahsedilmektedir.
Burada söz konusu olan 33. ayete, belirtilen bu mȃnȃ bütünlüğü dışında, kadınlarla ilgili bir anlam yüklemek ayetler arasındaki irtibatı koparmak olur.
Esasen, müteşabih olan bu “kevaiben etraba” ibaresindeki “kevaib” kȃbe kelimesinin de kökünü teşkil eden “küb” kelimesinden hareketle mecazen “yeni kabarmış göğüsler” anlamı verilerek, ibareye tamamen bağlamı dışında bir mȃnȃ yüklenerek çıkmaza sokulmuştur.
Bu zorlama yorum ilk defa kim tarafından yapılmış ise, sonradan gelenler de onu taklit ederek aynı yanlışı tekrar etmişlerdir.
Bilahare Muhammed Esed bu yorumun yanlışlığına dikkat çekerek onun yerine “uyumlu eşler” manasını vererek daha masumane bir çözüm bulmaya çalışmış; zamanımız Hocalarından bazıları da söz konusu ayeti bu yönde yorumlamaktadırlar.
33. ayetle ilgili bu son yorum, öncekilere göre masumane olmakla birlikte; 32 ve 34. ayetlerle anlam bütünlüğü taşımamakta, tabiri caizse damdan dama atlamak gibi olmaktadır.
Birbirini tamamlayan üç ayet (32-33-34) bir bütün olarak ele alındığında; 33. ayetten kastın kadınlarla ilgili olmayıp, önceki ayetteki "bahçeler ve bağlar” ile ilgili olması gerektiği ortaya çıkmaktadır..
Bu bağlamda; o bağ ve bahçelerde yetişen ürünlerin vasıflandırıldığı, yani; dolgun, olgunlaşmış, birbirinin aynı-üniform meyveler olduğu (biri küçük biri büyük, bir ham, biri olgun değil) manası çıkmaktadır. Hatta, bu ayette modern tarımın ulaştığı, "hibrit görünümü" olgusu akla gelmektedir..
(Doğrusunu Allah bilir.)
33. ayetle ilgili bu son yorum, öncekilere göre masumane olmakla birlikte; 32 ve 34. ayetlerle anlam bütünlüğü taşımamakta, tabiri caizse damdan dama atlamak gibi olmaktadır.
Birbirini tamamlayan üç ayet (32-33-34) bir bütün olarak ele alındığında; 33. ayetten kastın kadınlarla ilgili olmayıp, önceki ayetteki "bahçeler ve bağlar” ile ilgili olması gerektiği ortaya çıkmaktadır..
Bu bağlamda; o bağ ve bahçelerde yetişen ürünlerin vasıflandırıldığı, yani; dolgun, olgunlaşmış, birbirinin aynı-üniform meyveler olduğu (biri küçük biri büyük, bir ham, biri olgun değil) manası çıkmaktadır. Hatta, bu ayette modern tarımın ulaştığı, "hibrit görünümü" olgusu akla gelmektedir..
(Doğrusunu Allah bilir.)
Bu arada, Caferi mezhep bir Hoca (Başka görüşlerinde ehl-i sünnete aykırı düşse de bu meselede isabet ettiği kanaatindeyim); Arapçada “kevaib” kelimesinin aynı zamanda yarım olan su bardağını tam doldurmak gibi bir mana taşıdığını, ayette tam dolgun meyvelere işaret edildiğini, “etraba” kelimesi ile de o meyvelerin birbirine denk yani üniform olduğunun belirtildiğini ifade etmektedir ki, bu yorum önceki ve sonraki ayetlere de uygundur.
Not: Bu noktadaki izahat; Bediüzzamanın İşarat-ül İ’caz adlı eserinde ayetleri tefsir ederken, “bu ayetin evvelki ayetle irtibatı” şeklindeki ışık tutucu, yol gösterici metodu ile de uyumludur. Diğer yorumlarda bu irtibatın dikkate alınmadığı anlaşılmaktadır.
****
****
2 yorum:
Tebrik ediyorum.
Çok ciddi hatalara işaret ederek çarelere de dikkat çekmişsiniz.
Selam dua ve muhabbetlerimle.