2 Ekim 2018 Salı

Fatiha’nın meali ve siyaset üzerine..

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Arapça nazil olan yüce kitabımız Kur’anın, başka dillere tercümesinin -mümkün olabilen doğrulukta ve en az hata ile-  yapılması hayatî bir önem taşımaktadır. 
Öyle ki, bu hassasiyet gösterilmediği takdirde yapılan tercümelerden fayda yerine zarar husule gelebilmektedir. 
Esasen, Kur’anın hakiki tercümesinin tam olarak yapılamayacağını ifade eden ȃlimler, tercüme kelimesi yerine, “anlam” ifade eden “meal” kelimesini kullanmayı tercih etmişlerdir.

Hatta Kur’ana inanmayan, muhteva ve mȃnȃsını doğru bir şekilde kavrayamamış olan kimileri, geçmişte bu tercüme işini sırf insanları Kur’andan soğutmak maksadıyla teşvik dahi etmişlerdir. Nitekim, Bediüzzaman Said Nursi'nin eserlerinde bu hususa dikkat çektiğini ve ikazda bulunduğu görmekteyiz¹.

Kur’anın başka dillere tercüme meselesini bu hususta eser sahibi dil ve ilȃhiyat uzmanlarına havale edip, meal konusunun matbuat ve siyaset ȃlemine yansımalarını biraz irdeleyelim.

Yanlış veya eksik tercümelerin insanları nasıl yanılgıya sürüklediğine ve hidayet aracı olmak yerine dalȃlete nasıl sebep olduğuna en bariz bir misȃl, meşhur fikir adamı Nihal Atsız’ın durumudur. 
Anılan şahıs; < “Kur’an, Muhammed’in talimatıdır.  Kur’an “alemlerin sahibi olan Tanrı’ya hamdederim” diye başlamaktadır. Belli ki bu söz de Muhammedindir. Çünkü Tanrı , kendi kendisine hamdetmez...” > ²  şeklinde gülünç bir iddiada bulunmaktadır.

Anlaşılan, bu yanlış kanaatinin kaynağı; Fatiha Suresinin başındaki “Elhamdu lillȃhi rabbi-l’âlemîn” ayetinin Türkçe karşılığını “Alemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun” şeklinde veren mealler olmuştur. 
Halbuki muteber bir kaynağa meselȃ, Said Nursi'nin “İşaratü’l- İ’caz” adlı eserine bakmış olsaydı:
Bu ayette “Lillah” kelimesinin başındaki Lȃm harfinin ihtisas (ona has, ona özgü kılmak) için olduğunu, yani “Hamd’in Zât-ı Akdes olan Allaha has ve münhasır olduğunu” görür ve böylece, söz konusu ayetin Türkçe karşılığının kısaca; “Hamd, ȃlemlerin Rabbi olan Allaha mahsustur.” şeklinde olması gerektiğini idrak ederek, inkȃra düşmezdi.

Adı geçen, sıradan bir kişi olmayıp, eserleriyle ve fikirleriyle; Türk düşünce tarihinde önemli bir yere sahip olan ve yaşadığı dönemde ve ölümünden sonra da binlerce Türk gencini etkileyen bir hüviyete sahiptir.

Kanaatimce, bu şahsın Kur’an ve Hz. Peygamber hakkındaki yanlış fikirlerini tashih etmek bakımından, Diyanet İşleri Başkanlığına önemli bir görev düşmektedir.
Çünkü adı geçen şahsın eserleri T. Diyanet Vakfı Yayınevlerinin (meselȃ Ankara, Necatibey Cad. girişindeki Sıhhiye Yayınevi) raflarında yer bulmaktadır. TDV Yayınevlerinin, seçici davranmayarak, bu tür eserlere vitrinlerinde yer vermesi; bir anlamda onların içerdiği fikirlere meşruiyet kazandırıp, masum gençlerin yanlış fikirler edinmesine sebep olacağı düşünülmez mi? 
Tabi bu gibi durumlar, biraz da bizim Müslümanlarımızın vurdumduymazlığı ve demokratik tepkilerini göstermemesinden kaynaklanmaktadır. 
Günümüz dünyasında, acaba Vatikan’a veya herhangi bir kilise tüzel kişiliğine ait bir yayınevinde; İncil’e ve Hz. İsa’ya ağza alınmayacak iftiralar eden bir yazarın eserlerine yer verilebilir mi?

Esasen Diyanet Vakfınca yayımlanan İslȃm Ansiklopedisi ile bu görev yapılabilirdi. Adı geçen Ansiklopedinin 4. cildinin, 87-91. sayfalarında yer verilen, “ATSIZ, Hüseyin Nihal” maddesinde, anılan şahsın hayat hikȃyesi ve çalışmalarına yer verilmiş ve fakat İslȃm aleyhindeki fikirlerine değinilmeyip, herhangi bir yorum ve değerlendirme yapılmamıştır. 
Tersine, “Fikrî yazılarını sağlam bir mantıkî tertip içinde konu ve düşüncelerine açıklık veren bir ifade ile işlemesini bilen Atsız...” şeklinde övücü bir ifade ile takdim edilmiştir.

Bu yılın (2014) 25 Ocak günü, İstanbulda, Diyanet İşleri Başkanlığınca yayınlanan İslȃm Ansiklopedisinin ikmali vesilesiyle düzenlenen toplantıda konuşan Başbakan Yardımcısı Prof. Emrullah İşler, meal konusuna dikkat çekerek; Kur’an-ı Kerimin mükemmel denilebilecek bir Türkçe mealinin bulunmadığını, ifade etmiştir. 
Kendisi de ilahiyatçı olan Sayın İşler’in, Başbakan, bazı Bakanlar, Diyanet İşleri Başkanı ve bir çok ilahiyatçı akademisyen önünde, bu tespiti önemli idi.

Ve takvimler 1 Temmuz tarihini gösterirken, İstanbul’da, Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı (R.T.E.) görkemli bir törenle, Cumhurbaşkanı adaylığını açıklıyordu. İmam Hatip mezunu olan ve her vesile ile İslamî referansları öne çıkaran konuşmacı, sözlerini Fatiha Suresinin mealini okuyarak bitiriyordu.
Çoğunluğu muhafazakȃr bir yapıya sahip olan ve konuşmanın büyüsüne kapılmış olan dinleyiciler açısından; buraya kadar her şey mükemmel denilebilir belki ama, etkileyici konuşma yeteneğine sahip olan hatibin büyüleyici hitabetinin etkisinden bir an için kurtulup, ilk ayetin mealini doğru yansıtmayan “Alemlerin Rabbine hamd olsun” şeklinde ifade edişini fark edebilen olmuş mudur, diye merak ederim.

Ve acaba, Fatiha Suresinin en doğru bir şekilde açıklamasını yapan “İşaratü’l- İ’caz” adlı eserin, devr-i iktidarlarında Diyanet tarafından basılmasını gururla ifade edenlerin, kitabın kapağını açıp okumadıklarını düşünenler olmuş mudur?

Ve de 10 Temmuz gününe gelindiğine, yine İstanbul’da, bu defa diğer C. Başkanı adayımız (E.İ.) tanıtım konuşmasını yaparken, sözlerine Fatiha Suresinin mealini okuyarak başlıyordu.
Ana dili gibi Arapça bildiği malum olan bu konuşmacının da maalesef,  söz konusu ayet mealini aynı şekilde hatalı olarak okuması dikkatimizi çekerken bu defa biz; demek ki, Kur’an ilmi başka bir şey, bunun için sadece Arapça bilmek yeterli olmuyor, diye düşünüyoruz..
¹ ŞUALAR, On Birinci Şua, Onuncu Meselenin Hatimesi- Birinci Haşiye.                          
² Ötüken Dergisi, 1970, Sayı: 11        

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DİYANET KİTAP FUARININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ..

   TÜRKİYE DİYANET VAKFI'NIN DÜZENLEDİĞİ 34. KİTAP FUARI   Yazı tarihi: 06.07.2015 Geçtiğimiz Cuma günü yolumuz Kocatepe'...