2 Ekim 2018 Salı

DİYANET KİTAP FUARININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ..


  TÜRKİYE DİYANET VAKFI'NIN DÜZENLEDİĞİ 34. KİTAP FUARI 
Yazı tarihi: 06.07.2015

Geçtiğimiz Cuma günü yolumuz Kocatepe'ye düştü.. Ankara'da Kocatepe denilince "Kocatepe Camii" anlaşılır.

Doğrusu, hem Ramazanın havasını şehrin en büyük camiinde solumak, hem de her yıl düzenlenen  Diyanet Kitap Fuarını gezmekti amacımız..

Fuar tanıtım broşüründe belirtildiğine göre, 56 stantta 85 (İstanbul'da 180) yayınevi  fuara iştirak ediyormuş.. 

Fuarın 34. yılı.. Yani mükemmel olması için yeterince tecrübe kazanılmış olmalı..

Konusu, "Kitap ve Kültür" olan fuarın düzenlendiği mekȃn ve düzenleyen kurumdan da anlaşılacağı gibi, fuara katılacak kitap ve kültür ögelerinin İslȃmȋ nitelikte olması beklenir..

Özlü ifade ile: "Ağyarini mâni, efradını câmi" olması..

Gördüğüm kadarıyla, tertip heyetinin böyle bir endişesi olmamış.. 
Neden mi? Birilerine göre yalnızca Sunni İslȃmı temsille eleştirilen Diyanetin, Kitap Fuarında; İranlı düşünür Ali Şeriati'nin kitaplarından, solcu gazeteci Hasan Cemal ve ırkçı Nihal Atsız'a kadar çok geniş yelpazede yazarların kitapları stantlarda yerini almıştı..

Öte yandan çeşitli tarikat-ekol-ve cemaatlerin yayınevlerinin birbirleri ile yarışırcasına harıl harıl bir faaliyet içinde olduğu görülüyordu..
Sonuç olarak gözlemlediğim husus:
Müslümanlarımız henüz dostunu düşmanını ayırt edecek hassasiyette olmadığı gibi, "İttihad-ı İslȃm- İslȃm Birliği" fikrinden fersah fersah uzaklarda, birbirlerinden farklı yönlere kürek çekmektedirler.

Ne diyelim; akibetimiz hayrola!..

Fatiha’nın meali ve siyaset üzerine..

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Arapça nazil olan yüce kitabımız Kur’anın, başka dillere tercümesinin -mümkün olabilen doğrulukta ve en az hata ile-  yapılması hayatî bir önem taşımaktadır. 
Öyle ki, bu hassasiyet gösterilmediği takdirde yapılan tercümelerden fayda yerine zarar husule gelebilmektedir. 
Esasen, Kur’anın hakiki tercümesinin tam olarak yapılamayacağını ifade eden ȃlimler, tercüme kelimesi yerine, “anlam” ifade eden “meal” kelimesini kullanmayı tercih etmişlerdir.

Hatta Kur’ana inanmayan, muhteva ve mȃnȃsını doğru bir şekilde kavrayamamış olan kimileri, geçmişte bu tercüme işini sırf insanları Kur’andan soğutmak maksadıyla teşvik dahi etmişlerdir. Nitekim, Bediüzzaman Said Nursi'nin eserlerinde bu hususa dikkat çektiğini ve ikazda bulunduğu görmekteyiz¹.

Kur’anın başka dillere tercüme meselesini bu hususta eser sahibi dil ve ilȃhiyat uzmanlarına havale edip, meal konusunun matbuat ve siyaset ȃlemine yansımalarını biraz irdeleyelim.

Yanlış veya eksik tercümelerin insanları nasıl yanılgıya sürüklediğine ve hidayet aracı olmak yerine dalȃlete nasıl sebep olduğuna en bariz bir misȃl, meşhur fikir adamı Nihal Atsız’ın durumudur. 
Anılan şahıs; < “Kur’an, Muhammed’in talimatıdır.  Kur’an “alemlerin sahibi olan Tanrı’ya hamdederim” diye başlamaktadır. Belli ki bu söz de Muhammedindir. Çünkü Tanrı , kendi kendisine hamdetmez...” > ²  şeklinde gülünç bir iddiada bulunmaktadır.

Anlaşılan, bu yanlış kanaatinin kaynağı; Fatiha Suresinin başındaki “Elhamdu lillȃhi rabbi-l’âlemîn” ayetinin Türkçe karşılığını “Alemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun” şeklinde veren mealler olmuştur. 
Halbuki muteber bir kaynağa meselȃ, Said Nursi'nin “İşaratü’l- İ’caz” adlı eserine bakmış olsaydı:
Bu ayette “Lillah” kelimesinin başındaki Lȃm harfinin ihtisas (ona has, ona özgü kılmak) için olduğunu, yani “Hamd’in Zât-ı Akdes olan Allaha has ve münhasır olduğunu” görür ve böylece, söz konusu ayetin Türkçe karşılığının kısaca; “Hamd, ȃlemlerin Rabbi olan Allaha mahsustur.” şeklinde olması gerektiğini idrak ederek, inkȃra düşmezdi.

Adı geçen, sıradan bir kişi olmayıp, eserleriyle ve fikirleriyle; Türk düşünce tarihinde önemli bir yere sahip olan ve yaşadığı dönemde ve ölümünden sonra da binlerce Türk gencini etkileyen bir hüviyete sahiptir.

Kanaatimce, bu şahsın Kur’an ve Hz. Peygamber hakkındaki yanlış fikirlerini tashih etmek bakımından, Diyanet İşleri Başkanlığına önemli bir görev düşmektedir.
Çünkü adı geçen şahsın eserleri T. Diyanet Vakfı Yayınevlerinin (meselȃ Ankara, Necatibey Cad. girişindeki Sıhhiye Yayınevi) raflarında yer bulmaktadır. TDV Yayınevlerinin, seçici davranmayarak, bu tür eserlere vitrinlerinde yer vermesi; bir anlamda onların içerdiği fikirlere meşruiyet kazandırıp, masum gençlerin yanlış fikirler edinmesine sebep olacağı düşünülmez mi? 
Tabi bu gibi durumlar, biraz da bizim Müslümanlarımızın vurdumduymazlığı ve demokratik tepkilerini göstermemesinden kaynaklanmaktadır. 
Günümüz dünyasında, acaba Vatikan’a veya herhangi bir kilise tüzel kişiliğine ait bir yayınevinde; İncil’e ve Hz. İsa’ya ağza alınmayacak iftiralar eden bir yazarın eserlerine yer verilebilir mi?

Esasen Diyanet Vakfınca yayımlanan İslȃm Ansiklopedisi ile bu görev yapılabilirdi. Adı geçen Ansiklopedinin 4. cildinin, 87-91. sayfalarında yer verilen, “ATSIZ, Hüseyin Nihal” maddesinde, anılan şahsın hayat hikȃyesi ve çalışmalarına yer verilmiş ve fakat İslȃm aleyhindeki fikirlerine değinilmeyip, herhangi bir yorum ve değerlendirme yapılmamıştır. 
Tersine, “Fikrî yazılarını sağlam bir mantıkî tertip içinde konu ve düşüncelerine açıklık veren bir ifade ile işlemesini bilen Atsız...” şeklinde övücü bir ifade ile takdim edilmiştir.

Bu yılın (2014) 25 Ocak günü, İstanbulda, Diyanet İşleri Başkanlığınca yayınlanan İslȃm Ansiklopedisinin ikmali vesilesiyle düzenlenen toplantıda konuşan Başbakan Yardımcısı Prof. Emrullah İşler, meal konusuna dikkat çekerek; Kur’an-ı Kerimin mükemmel denilebilecek bir Türkçe mealinin bulunmadığını, ifade etmiştir. 
Kendisi de ilahiyatçı olan Sayın İşler’in, Başbakan, bazı Bakanlar, Diyanet İşleri Başkanı ve bir çok ilahiyatçı akademisyen önünde, bu tespiti önemli idi.

Ve takvimler 1 Temmuz tarihini gösterirken, İstanbul’da, Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı (R.T.E.) görkemli bir törenle, Cumhurbaşkanı adaylığını açıklıyordu. İmam Hatip mezunu olan ve her vesile ile İslamî referansları öne çıkaran konuşmacı, sözlerini Fatiha Suresinin mealini okuyarak bitiriyordu.
Çoğunluğu muhafazakȃr bir yapıya sahip olan ve konuşmanın büyüsüne kapılmış olan dinleyiciler açısından; buraya kadar her şey mükemmel denilebilir belki ama, etkileyici konuşma yeteneğine sahip olan hatibin büyüleyici hitabetinin etkisinden bir an için kurtulup, ilk ayetin mealini doğru yansıtmayan “Alemlerin Rabbine hamd olsun” şeklinde ifade edişini fark edebilen olmuş mudur, diye merak ederim.

Ve acaba, Fatiha Suresinin en doğru bir şekilde açıklamasını yapan “İşaratü’l- İ’caz” adlı eserin, devr-i iktidarlarında Diyanet tarafından basılmasını gururla ifade edenlerin, kitabın kapağını açıp okumadıklarını düşünenler olmuş mudur?

Ve de 10 Temmuz gününe gelindiğine, yine İstanbul’da, bu defa diğer C. Başkanı adayımız (E.İ.) tanıtım konuşmasını yaparken, sözlerine Fatiha Suresinin mealini okuyarak başlıyordu.
Ana dili gibi Arapça bildiği malum olan bu konuşmacının da maalesef,  söz konusu ayet mealini aynı şekilde hatalı olarak okuması dikkatimizi çekerken bu defa biz; demek ki, Kur’an ilmi başka bir şey, bunun için sadece Arapça bilmek yeterli olmuyor, diye düşünüyoruz..
¹ ŞUALAR, On Birinci Şua, Onuncu Meselenin Hatimesi- Birinci Haşiye.                          
² Ötüken Dergisi, 1970, Sayı: 11        

AZRAİL DİYE BİRŞEY YOKMUŞ (!)

2 Ekim 2015 Cuma

"Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder" diye bir atasözümüz vardır..

Unvan sahibi bazı hocalar, güya ezberleri bozma adına, halkın inançları ile oynadıklarının farkında değiller..

Bir yakınım, ağlamaklı bir tonla, "ağabey, size birşey soracağım; 'Azrail' diye bir melek yokmuş..
Ayrıca 'sırat köprüsü' yokmuş, 'münker-nekir; sorgu-sual melekleri' de.. 
Bunlar sizce doğru mu, sizin düşünceniz nedir?" şeklinde, saygı duyduğu bir kişi tarafından kendisine söylenen ve büyük bir manevi sarsıntı geçirdiği anlaşılan bir soru sordu..

Meseleyi araştırdığımda, kaynağının tanınmış bir Hoca Efendiye dayandığı ortaya çıktı..

Evet, Hocamız; "Kur'anda Azrail diye birşey yoktur.. Bu uydurmadır.. Sırat köprüsü ve münker-nekir de öyle"buyurmuş..
Dinî terminolojiye yerleşmiş birtakım mefhumlara, gerekçesiz ve izahsız; yoktur, uydurmadır derseniz; işin aslını bilmeyen masum müminleri tereddüte düşürürür, şüpheye atarsınız..
O Muhterem Hoca sıradan biri değil, (benzerleri gibi ekseriyet itibariyle öncekileri takliden yazılmış olsa da) meȃl ve tefsir sahibi, kendisine bağlı cemaati de olan bir zat-ı muhterem..

Kısacası; Kur'anda pekâlâ "melek-ül mevt" yani "ölüm meleği" (Secde suresi/11.ayet) ibaresinin bulunduğunu, bunun da Azrail a.s.'ın taa kendisi olduğunu bilmemesi imkȃnsız..
Ezber bozacağım diye, insanları şüpheye düşürmenin hiçbir yararı yoktur.. 

Kur'anda geçen "melek-ül mevt= ölüm meleği" terimi ile eş anlamlı olan "azrail" kelimesi, dinî terminolojiye sonradan girmiştir. Tıpkı, "peygamber-namaz-oruç-abdest" kelimeleri gibi.. 
Evet, bu kelimelerin hiçbiri Kur'anda (kelime olarak) geçmez ama onların ifade etmiş olduğu "Nebi-Resul" (Peygamber); "Salat" (Namaz) ve "Savm" (Oruç) kelimeleri pek çok yerde açıkça geçmektedir. Maide suresinin 6.ayetinde de abdest hükmü yer almaktadır. 

Bilindiği gibi, "peygamber, namaz, oruç ve abdest" kelimeleri Farsçadır.
Güzel Türkçemiz, özellikle Selçuklular zamanında Farsçanın yoğun etkisi altında kaldığı devirlerde, bu gibi kelimeler dilimize girmiş ve Arapça asılları yerine kullanıla gelmiştir.

Şimdi, bu konuda biri kalkıp; "Kur'anda Peygamber yoktur, Namaz yoktur, Oruç yoktur" diye bir iddiada bulunur ise saçmalamış ve de kelime cambazlığı ile insanların zihnini bulandırmış olmaz mı?

Sırat köprüsü ve münker-nekir melekleri gibi meselelerde ise gözardı edilmemesi gereken husus; ahiret hayatı ve meleklerle ilgili anlatımların sembolojik objelere dayandığıdır..
Anne rahmindeki bir bebeğin, bu dünyaya ait algılamaları ne kadar güç ise bizim de ahiretle ilgili algılamalarımız o kadar güçtür.. O sebeple ahirete ait ibarelerin çoğu müteşabihtir, tevil ve tefsire ihtiyaç vardır. 
Dünyaya dair bilgilerimizle onları tam doğru şekilde algılamamız imkȃnsızdır.

Meselȃ "Sırat Köprüsü" terimi sıradan insanlara dünyadaki basit köprüleri çağrıştırır. 
Oysa, düşünen bir insan için bu köprünün çok farklı olacağı açıktır. 

Evet, gelmiş geçmiş en az yüz milyar insanın üzerinden geçeceği bir köprünün mahiyetinin bildiğimiz köprülere benzemeyeceği; belki de köprüden kastın, bir geçiş süreci, bir devir, bir aşama olduğu, yada iyilerle kötüleri eleyip ayıran bir mekanizma olabileceği akıldan uzak değildir.. 

Gerçeği ancak Allah bilir..

Özetle; Hocalarımız, dinî  terimleri halkın anlayacağı şekilde izah etmeli, onları şüpheye düşürecek beyanlardan kaçınmalıdır..

Türkiye Diyanet Vakfına Gönderilen Mektup


15 Temmuz 2016 Cuma

T.D.Vakfının Değerli Yetkilileri,


Vakfınız Yayınevinin Necatibey Şubesinde satışa sunulan kitaplar içinde, Vakıf amacına uygun olmadığını düşündüğüm yayınlar bulunmaktadır.

Örnek olarak; Yayınevi kapısından girildiğinde, tam karşı raflarda ilk göze çarpan Nihal Atsız'ın kitapları bulunmaktadır.
İslȃma, İslȃm Peygamberine ve onun ümmetine karşı olduğu bilinen bu şahsın kitaplarının; Yayınevinizde, hem de ön plandaki raflarda satışa sunulmasının amacı nedir?

Eğer, "orası bir ticarethanedir, her türlü yayın satılabilir" gibi bir gerekçe ileri sürülüyorsa; adı geçenin kitapları yanına Hitler, Musolini ve Stalin gibilerin de yayınlarının "İslȃm karşıtı ırkçıların yayınları" başlığı altında konulması uygun olur.

Bu şahsın, bir zamanlar Ötüken Dergisindeki İslȃm karşıtı yazıları nedeniyle, merhum Alpaslan Türkeş tarafından; söz konusu derginin ülkücü gençlerce okunması yasaklanmıştı. Aynı dergide Diyanet İşleri Başkanlığı aleyhine de aleni yazıları çıkmıştır.

Bugünkü Kürt sorununun ideolojik olarak bu boyutlara gelmesinde, mezkur şahsın 70’li yıllarda topyekün Kürtleri aşağılayan, hakaret eden ve ırkçılık yaptığı mahkeme kararı ile kesinleşen ve mahkumiyetine sebep olan yazısının büyük payı bulunmaktadır.

Şayet bütün bu gerçekler, söz konusu kitapların camianızdan uzaklaştırılması için vicdanınızı harekete geçirmeye yeterli olmaz ise;

Lütfen bu kişinin oğluna vasiyeti olan aşağıdaki metni, levha halinde altın yazı ile yazdırıp, çerçeveleterek yayınevinize asınız ve de kitaplarını o levhanın altında sergileyiniz. 23.11.2011

Saygılarımla
Rafet KALYONCU
************************************************** *************************
Nihâl Atsız'ın Vasiyeti:

"Yağmur Oğlum!
Bugün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetnameyi bitirdim, kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigar olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol.
Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır.
Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır.
Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarın ki düşmanlarımızdır.
Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içer(de)ki düşmanlarımızdır.
Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı. 
Tanrı yardımcın olsun!

Nihal Atsız 

4 Mayıs 1941 

**********************

NOTMilliyetçi olmakla ırkçı olmak, başka şeylerdir. Milliyetçilik, yani milletini sevmek ve milletinin yükselmesi için çalışmak meşru ve insanî bir davranış iken; ırkçı olmak, yani kendi ırkını üstün görüp diğer ırkları aşağılamak, insanlık dışı vahşi ve hayvanî bir tavırdır. Hitler Almanyası ile Zenci ayırımı yapan ABD, bunun en acımasız örnekleridir..


TDVakfı, ırkçı ve üstelik İslȃm düşmanı bir şahsın fikirlerinin yayılmasına aracılık yapamaz, yapmamalı. En azından Efradını cami, ağyarını mani olmak” gibi bir prensibe riayet etmeli..

SECÂVEND DEYİP GEÇMEYİN (2)

(Önce birinci bölümü okuyunuz:

https://din-diyanet.blogspot.com/2018/10/secavend-deyip-gecmeyin.html)

Kur’an-ı Kerîm'in doğru okunuşunu sağlamak amacıyla konulan ve kısaca “secâvend” denilen noktalama işaretlerinin yanlış yerde bulunması halinde manayı nasıl değiştirme tehlikesi taşıdığı, yukarıdaki yazıda tahlil edilmişti.
Bu defa, secaved işaretlerinin ihmal edilmesi halinde mana değişikliğine sebep olması ele alınacaktır. Konu iyi anlaşılması için öncelikle ilgi yazının okunması önerilir.

Kur'andaki secavend işaretleri, Türkçemizdeki noktalama işaretlerinin fonksiyonunu görmektedir.. 

Güzel Türkçemizde, noktalama işaretlerinin manayı nasıl etkilediği, bir virgül eksiği olan şu cümlede görülmektedir: "Oku da adam ol baban gibi eşek olma!"

Bu cümlede, sanki babası okumamış ve cahil kalmış bir çocuğa; "sen oku da, baban gibi eşek olma", manası çıkıyor. 
Oysa, bir virgül ilavesiyle; "Oku da adam ol baban gibi, eşek olma!" Yani, "Okursan baban gibi adam olursun, eşek olmazsın, cahil kalmazsın" manasına dönüşüyor; cümlede bulunması gereken bir virgülün ihmali, manayı nasıl etkilediği açıkça görülüyor.

İşte, bu basit örnekte olduğu gibi, şayet ayetlerde bulunması gereken secavend işaretleri ihmal edilirse; ayetin manası değişebilir.. Ayete yanlış mana verilmesi ile, başka ayetlerle de çelişkiler ortaya çıkabilir.

Somut bir örnek olarak Yusuf suresi 106. ayete bakalım;
Söz konusu ayetin Arapça metni ve belli başlı hocaların bu ayeti tercümeleri aşağıda sıralanmıştır.
 *** 
Arapça Metin: 
وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ
Türkçe Transcript: Vemâ yu'minu ekśeruhum billâhi illâ vehum muşrikûn
Mealler:
Ahmet Varol: Onların çoğu ortak koşmadan Allah'a iman etmezler.
Ali Fikri Yavuz: Onların çoğu, ancak Allah'a ortak koştukları halde, Allah'a iman etmezler.
Abdülaziz Bayındır: Onların çoğu (araya bir aracı koyup) müşrik olmadan Allah’a güven duymazlar.
Bahaeddin Sağlam: Ve onların çoğu da, Allah’a ortak koşmadan inanmazlar.
Bayraktar Bayraklı: Onların çoğu, Allah'a iman etmiyorlar, sadece şirk koşuyorlar.
Diyanet İşleri: Onların çoğu Allah’a ancak ortak koşarak inanırlar.
Elmalılı: Onların ekserisi Allaha şirk koşmaksızın iyman etmez.
Hasan Basri Çantay: Onların çoğu Allaha îman etmez, illa Allaha ortak katanlardır onlar.
Hayrat Neşriyat: Hâlbuki onların çoğu, ancak müşrik kimseler olarak Allah'a îmân ederler. (Hem inanırlar, hem de şirk koşarlar)
Muhammed Esed: Ve onların çoğu başka varlıklara da tanrısal nitelikler yakıştırmaksızın Allah'a inanmazlar.
Ömer Nasuhi Bilmen: Ve ekserisi Allah Teâlâ'ya imân etmez ve onlar ancak müşriklerdir.
Suat Yıldırım: Onların ekserisi, şirk koşmaksızın Allah'a iman etmezler.
Süleyman Ateş: Onların çoğu, Allah'a ortak koşmadan inanmazlar.
Ümit Şimşek: Onların çoğu, ortak koşmaksızın Allah'a inanmaz.
Mustafa İslamoğlu: Nitekim onların çoğu, Allah'a, ona ait nitelikleri başkalarına yakıştırmaksızın iman etmezler.
                                      ***        
(Kaynak: http://kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=12&ayet=106 )
Görüldüğü gibi, meallerden birkaç tanesi, ayete; "İnsanların çoğu Allah'a iman etmez, müşriklerdir." şeklinde mana vermekte; diğerleri, "Onların çoğu ancak Allah'a şirk koşarak iman ederler" veya "... şirk koşmaksızın iman etmezler" şeklinde, bir anlam yüklemektedirler.
                                                         *** 
Tahlil edelim:
-  Ayete en doğru mana, Ömer Nasuhi Bilmen tarafından; "Ve ekserisi Allah Teâlâ'ya imân etmez ve onlar ancak müşriklerdir." şeklinde verilmiştir.
Bu doğrultu dışında; "Onların çoğu, Allah'a ortak koşmadan inanmazlar" şeklinde mana verilmesi ne demektir, ona bakalım;
Sure, Mekkî'dir yani Mekke'de nazil olmuştur. Gerçi hüküm umumidir ama ilk muhataplar birinci derecede Mekke ve çevresindeki insanlardır. Onlardan iman edenlere sahabe deniyor..
Ayete verilen manaya göre; işte o iman edenlerin çoğu müşrikȃne, müşrikcesine imana sahiptirler, yani şirk koşmaksızın iman etmezler. Kısacası; kalplerinde şirkle, imanı bir arada taşırlar. (Haşa! ve kella!)
Oysa, ayete bu şekilde yanlış mana verilmesi demek; bu ayetin müşrikler hakkındaki bir çok ayetle çelişmesi demektir..
Şöyle ki; 
a) Bakara suresi 121. ayete göre müşriklerle nikah haramdır.
b) Maide/82; müminlere düşmanlıkta en şiddetli olanlar Yahudilerle müşriklerdir.
c) En'am/106 Hz. Peygambere, müşriklerden yüz çevirmesi emrediliyor.
d) Saffat/9 Cenab-ı Hak, müşrikler istemese de, İslamı bütün dinlere üstün kılacağını beyan ediyor, 
e) Tevbe Suresi/5,7 ve 36. ayetleri müşriklerle savaş durumlarından bahsediyor.
f) Tevbe Suresi 28. ayeti müşriklerin pis olduğundan ve Mesci-i Haram'a yaklaştırılmamalarından bahsediyor.. 
Müşrikler hakkında daha nice ayetler..!

ŞAYET İNANANLARIN ÇOĞU AYNI ZAMANDA ŞİRK İÇİNDE İSELER BU AYETLERİN HÜKMÜ NE OLACAKTIR?

- Bu şekilde mana verenlerin içinde, son derece saygın ve alim hocalar bulunduğunu kaydedelim.. 

Evet, içlerinde Elmalılı Hamdi Yazır ve Prof. Süleyman Ateş gibi zatlar bulunan onca Hoca Efendiler nasıl böyle bir mana verebilirler?

Cevap: Üç sebeple..

1. Sebep:  Ayete yanlış mana verilmesinin temel sebebi, ayetin makabliyle yani önceki ayetlerle olan irtibatının göz ardı edilmesi, başka bir ifade ile bağlamından koparılmasıdır.

- Şöyle ki; şayet bu ayete tek başına değil de, surenin 103. ayetinden itibaren mana verilmeye başlanmış olsa idi, böyle bariz bir yanlışa düşülmezdi. (Ayetlerin makabliyle irtibatını göz önünde bulundurmak, bir tefsir metodu olarak olmazsa olmaz bir öneme haizdir)

Şimdi bu ayetin önceki ayetlerle irtibatına bakalım:
103. Ayet:
"Vemâ ekśeru-nnâsi velev haraste bimu'minîn.."
"Ve insanların ekserisi, sen fazlaca arzu etsen de imân edici değildir"
104. Ayet:
"Vemâ tes-eluhum ‘aleyhi min ecrin in huve illâ żikrun lil’âlemîn.."
"Halbuki sen buna karşılık onlardan bir ücret istemiyorsun. O (Kur'an) âlemler için ancak bir öğüttür.."
105. Ayet: 
"Vekeeyyin min âyetin fî-ssemâvâti vel-ardi yemurrûne ‘aleyhâ vehum ‘anhâ mu’ridûn.."
"Ve göklerde ve yerde (Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren) nice alâmetler vardır ki, (insanların ekserisi) onlardan yüz çevirir, geçer giderler..)
106. Ayet:
"Vemâ yu'minu ekśeruhum billâh(S illâ vehum muşrikûn.."
"Onların çoğu Allah'a iman etmezler, Onlar ancak şirk koşanlardır.."
Açıkça görüldüğü gibi, bu dört ayet, mana bütünlüğü arzeden bir paragrafın sıralı cümleleridir. Bu ayetlerin birbirinden koparılarak mana verilmesi hatadır.
Bu durumda, 103. ayette; "ekśeru-nnâsi" yani "insanların çoğu" özne durumundadır. Sonraki ayetlerde, "ekśeru-nnâsi" yerine "hum" yani "onlar" kelimesi yer almıştır.
(BUNU ANLAMAK İÇİN ÖYLE ANLI-ŞANLI UNVANLI ALLAME OLMAYA GEREK YOKTUR. AZICIK DİL BİLGİSİ YETERLİDİR. 
BİR KİŞİDEN/KİŞİLERDEN BAHSEDİLİRKEN, İLK CÜMLEDE ÖZNENİN İSMİ SÖYLENİR; TAKİP EDEN CÜMLELERDE İSE; "O", "ONLAR" ŞEKLİNDE ZAMİRLE DEVAM EDİLİR. BU DURUM, HEMEN BÜTÜN DİLLER İÇİN GEÇERLİDİR)

2. Sebep: Meal yazacak kadar eğitimi olan zatların yukarıda belirtilen basit dil kuralını bilmediğini söylemek abes olur..
Ancak, kanaatimce, onları yanıltan husus; 106. ayetin ihtiva ettiği iki ayrı husus, yani insanların çoğunun iman etmediği ve şirk koştukları hükümleri birleştirilerek; tek hüküm halinde  tercüme edilmesidir. 
Bunun sebebi de ifadeler arasında bulunması gereken durak işaretinin (S ile gösterilen yerde) ihmal edilmiş olmasıdır. 
Evet, ayetin tercümesinde; insanların çoğunluğu için zikredilen, Allah'a şirk koşmak gibi bir vasıf; sanki inananların çoğu için  ifade edilmiş gibi bir yanlış ortaya çıkmaktadır. Tıpkı yazımız başında "oku da adam ol.." cümlesindeki gibi mana farklılaşması söz konusudur..

Secavend bahsi, başta adresi verilen yazıda ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Oraya bakılabilir..
Evet şayet iki farklı cümle arasında bir durak işareti bulunmuş olsa idi, ayetin manası "Onların çoğu, Allah'a ortak koşmadan inanmazlar" şeklinde değil; Ömer Nasuhi Bilmen'in tercümesi gibi; "Ve ekserisi Allah Teâlâ'ya imân etmez ve onlar ancak müşriklerdir" şeklinde olacaktı..
Esasen, havsalamın almadığı husus, Arapça bilen bu Hocaların acaba Türkçeleri mi zayıftır; yada mantık diye bir ders görmemişler mi ki; böyle bariz hataları yapıp ayetlere ilgisiz manalar vermektedirler..

3. Sebep: Söz konusu ayette, önceki ayette devam edegelen bir mevzunun anlatıldığını gösteren, ayetin başındaki "vav" bağlaç harfine (ve de ayetin ikinci cümlesinin başındaki "vav" harfine) dikkat edilmemiş oması..

Buna dikkat edilmiş olsa; bu ayetin başlangıç cümlesi olmadığı, anlatılan bir konunun devamı niteliğinde olan bir cümle olduğu görülürdü.. 
Herhalde, merhum Ömer Nasuhi Hoca, bunu görmüş olmalı ki, diğerlerinin ihmal ettiği bu "vav" harflerini göz ardı etmediği için ayete doğru mana vermiştir:  "Ve ekserisi Allah Teâlâ'ya imân etmez ve onlar ancak müşriklerdir." 
 ***
NETİCE: 
- Mevcut mealler Kur'anın doğru manasını yansıtmaktan uzaktır. En muteber olanlar dahi sorunludur. Kısacası, Türkçeye kazandırılmış, dört başı mamur bir Kur'an meali maalesef bulunmamaktadır. Ehil bir heyet tarafından hazırlanacak böyle bir meale şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır.
Bakınız: https://rkalyoncu.blogspot.com.tr/2015/05/diyanet-isleri-baskan-prof-mehmet.html

- Yukarıda zikrettiğimiz; ayetlerin tefsir ve tercümesinde, önceki ayetle irtibatı meselesine, B.Said Nursi'nin İşarat-ül İ'caz adlı eserinde sıklıkla "Bu ayeti makabliyle rapt ve nazm eden cihetler..""Bu ayetin makabliyle irtibatı..""Bu âyetin makabliyle veçh-i nazmı""Bu âyetin mâkabliyle olan cihet-i irtibatına bakalım.." gibi cümlelerle dikkat çekilmektedir.. 

Yani, ayetlerin tefsirinde, önceki ayetlerle irtibatının mutlaka göz önünde bulundurulması gerektiği hususunun çok önemli olduğu görülmektedir.

Bu bağlamda şahsen yadırgadığım hususu belirtmek isterim. Şöyle ki, meal sahipleri arasında zikredilenlerden, İşaratü'l-İ'caz adlı esere vakıf oldukları bilinenlerin, ellerinin altında böyle bir hazine varken, bu noktada ondan yararlanmamış olmaları..
Mesela; Hayrat Neşriyat (En önemli Nurcu gruplardan Yazıcılar grubuna ait); Prof. S. Yıldırım (Risalelerle ilgili akademik çalışmaları mevcut); B. Sağlam (Risaleler hakkında çeşitli yazı ve eserleri olan araştırmacı yazar); Ü. Şimşek (Risalelerin neşriyatında uzun yıllar çalışmış, İşaratü'l-İ'caz adlı eserin Diyanet'çe neşrinde görev almış) 
Açıkçası, anılan zatlar, İşaratü'l-İ'caz'ı okumuşlar ama ondaki önemli bir prensibi pratiğe aktarmayı başaramamışlardır.. (Tıpkı, cemaatin farklı gruplarının UHUVVET-İTTİHAD-TESANÜD gibi hayati önem taşıyan prensipleri pratiğe aktaramadıkları  gibi)

- Biz Müslümanlar, nedense aklı ve mantığı kullanmaya önem vermiyoruz. Bu sebeple de taklitçilikten kurtulamıyoruz. Bunun sonucu olarak, geçmişte yazılmış tefsir ve meallerdeki hatalı ve yanlış tercüme ve yorumlar sürüp gitmektedir..

- Elbette, Kur'anı Kerim vahy-ı ilahi olarak sorgulanamaz, ancak anlamaya çalışılır. Fakat, tefsir ve mealler sorgulanabilir.. Çünkü onlar, müelliflerinin anlayışını yansıtmaktadır.. Bu anlayışın, muradı ilahiye mutabık olup olmadığı mutlaka sorgulanmalıdır..

- Son zamanlarda TV ekranlarında adeta moda haline gelen; tüm tarikatları ve tasavvufcuları müşriklikle itham etmeyi marifet addeden bazı unvan sahibi Hocalarımız, bu iddialarına söz konusu ayeti delil göstermektedirler. Onlara göre, Kur'an nazil olduğu zamanki insanlar da Allah'a inanıyordu ama müşriktiler. Tıpkı, zamanımızdaki ehl-i tarik ve ehl-i tasavvufun müşrik oldukları gibi.. Öyle ya, onlara göre ayet; "onların çoğu şirk koşmaksızın iman etmezler".. diyor ya.. İşte onlar bunlardır!
Oysa, müşrik, Allah'a ortak koşmakla kalmıyor; Kur'ana ve Hz. Muhammed'e inanmıyor, reddediyor.. Yani mümin değiller..
Söz ettikleri ehl-i tarik ve tasavvufçular ise, Allah'a; Kur'ana ve Peygambere elbette iman ediyorlar.. Fakat bazılarının bazı hususlardaki itikatlarında sakatlık ve yanlışlık görülebiliyor..
Şimdi, bunların itikatlarındaki hatalara bakarak müşrik vasfı verirseniz; Kur'anın açık hükmü gereği, onlarla nikah yapamazsınız, onları Mescid-i Haram'a girmekten men etmek zorunda kalırsınız vs.. 
Ee, ayette çoğunluktan bahsettiğine göre, inananların çoğuna bu tarz muamele yaptığınızı düşününüz.. Olacak iş değil!
Bu anlı şanlı Hocalarımız, Kur'anda "akletmez misiniz?" şeklindeki ayetleri neden görmezler..
(Not: Tarikat adı altında; dini siyasete, ticarete veya nefsani çirkefliklerine alet eden şarlatanlar ile, babadan oğula şeyhlik saltanatı sürdüren ve peşinden sürüklediği zavallı cahil insanları sömürenler konumuz dışıdır)
- Hangi meslek ve meşrepte olursa olsun, Müslümanlar, Kur'an emrine uyarak, taklitten kurtulup tahkike geçmeyi; akletmeyi ve mantıksal düşünmeyi ön plana çıkarmaları gerekir ki, İslam alemi içine düştüğü geri kalmışlığın sebebini yabancılara yükleme kolaycılığından kurtulup, medeni dünya ile yarışta başarılı olabilsin..
İlahi Tebliği tüm insanlığa yansıtabilsin ve Kur'ana gölge olmasın, vesselam..

***
Bilal TUNÇ dedi ki...
Herzamanki gibi kuvvetli bir altyapı ve fikrî bir gayrete dayalı bir çalışma.. Tebriklerimi sunuyorum..

SECÂVEND DEYİP GEÇMEYİN (1)

31 Mayıs 2016 Salı



Kur’an-ı Kerimin doğru okunuşunu sağlamak amacıyla konulan ve kısaca “secâvend” denilen noktalama işaretleri şayet yanlış yerde ise manayı değiştirme tehlikesi taşımaktadır..

Bu işaretlerin, Mushaflara ilk defa Muhammed b. Tayfur es-Secâvendi (öl: 560/1165) tarafından konulduğu bilinmektedir. Daha sonra konulan diğer bazı işaretlerle birlikte, o zatın ismine izafeten hepsine birden "Secâvend" denilmiştir.
(Kaynak: Abdurrahman Çetin, KUR'AN İLİMLERİ VE KUR'AN-I KERİM TARİHİ, s. 150)

Konunun ayrıntılarını uzmanlarına bırakarak, sade bir Müslüman olarak, nazar-ı dikkatimizi celbeden bir secâvend işareti ile ilgili düşüncelerimizi ehl-i Kur’anla paylaşmak istedim..

Şöyle ki;
Âli İmran Suresi 7. ayetinin anlamı, ekser meallerde (meselȃ Diyanetin mealinde):
 O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. [x] Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, 'Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır' derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.” şeklinde verilmekte;
Ve çok azında ise, "Müteşabih âyetlerin manasını sadece Allah bilir" bölümüne; "Onların (müteşabih olanların) tevilini ancak Allah ve ilimde yüksek pȃyeye erişenler bilir." şeklinde mana verilmektedir.

[x]  Müteşabih âyetler, manasını ve hakikatini sadece Allah’ın bildiği âyetlerdir. Bunların insan zihni tarafından tümüyle kavranmasına imkân yoktur. Allah’ın sıfatları, kıyametin ahvali, cennet, cehennem gibi hususlarla ilgili âyetler ile, sûrelerin başında yer alan “hurûf-u mukatta’a¹ bunlardandır. İnsan ne kadar çabalarsa çabalasın, bu âyetleri bütün yönleriyle anlaması mümkün değildir. Müteşabih âyetler dışındaki âyetler de muhkem âyetlerdir.

=====================================================================
¹ AÇIKLAMA: Müteşabih ayetler meyanında zikredilen, sure başlarındaki "elif-lȃm-mîm; yaa-sîn" gibi hurûf-u mukatta'alar için Bediüzzaman Said Nursîİşarat'ül İ'caz adlı eserinde yaptığı açıklamada;

" - Sûrelerin başlarındaki hurûf-u mukattaaİlâhî bir şifredir. Beşer fikri ona yetişemiyor. Anahtarı, ancak Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdadır.
  - Şifrevari şu hurûf-u mukattaanın zikri, Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın fevkalâde bir zekâya malikolduğuna işarettir ki, Muhammed aleyhissalâtü vesselâmremizleri, îmaları ve en gizli şeyleri sarih gibi telâkki eder, anlar." diyor. 

Yani, Kur'anda anlaşılması en güç olan hurûf-u mukatta'alar için dahi, "onların manasını Allah'tan başkası bilmez" demiyor; Hz. Muhammed'in onları anladığını ve bildiğini, mükemmel bir şekilde açıklıyor. Bu izahat dahi bize, söz konusu ayetin nasıl anlaşılması gerektiği hususunda net bir fikir vermektedir.
Ve yine Bediüzzaman Said Nursî, Şualar adlı eserinde Beşinci Şua'nın başındaki İhtar'da ve Birinci Şua, 14.ayetle ilgili bölümde, söz konusu 3/7. ayetle alȃkalı olarak;
"...Ehl-i dalâlet müteşabihat-ı Kur'âniyeyi yanlış te'vilât ile tahrifine ve şüpheleri çoğaltmasına çalıştığı bir zamanda ilimde rüsuhu bulunan bir taife o müteşabihat-ı Kur'âniyenin hakikî te'villerini beyan edip ve iman ederek o şübehatı izale eder...
ve devamında;
 "...ulema-i müteahhirînin x mezhebine göreاللهُ ' da vakfedilmez (...) Eğer mezheb-i selef gibi اِلاَّ اللهُ ' da vakıf olsa ..."  şeklinde, önemli bir açıklama yer almaktadır.
Bakınız:
x"Selef" ilk üç asır alimleri; "Ulema-i müteahhirîn" ise İmam Eşari ve Maturidi ile başlayan  daha sonraki alimler. 
Not: Risalelerdeki bu bilgilere rağmen, Camiaya mensup bazı yayınevlerinin meal kitaplarında, söz konusu ayette durak yapılır görüşüne göre mana verilmesi ve Risalelerdeki bu açıklamanın görmezden gelinmesi çelişkidir. (Yukarıda, 2. kaynaktaki adreste, 1 nolu dipnotta doğru meal verilmiştir)

Daha geniş bilgi için bakınız:
http://www.sorularlarisale.com/makale/19972/ulema-i_mutekaddimin_ve_ulema-i_muteahhirinin_alimleri_kimlerdir_hangi_devirde_baslar_ve_ne_zaman_biter_bu_nesil.html
=====================================================================

Meallerin çoğunda yukarıdaki şekilde mana verilmesinin sebebi; ayette geçen "... vemâ ya’lemu te/vîlehu illallâhu (mim) ve-rrâsiḣûne fî-l’ilmi..." ibaresindeki "illallah" kelimesinden sonra (mutlaka durulması lazımdır manasına gelen) 'mim' durak işaretinin konulmuş olmasıdır. " 
Evet, özellikle Türkiye'de basılan mushaflarda, ayette geçen bu ibarenin ("mim" durak işareti ile bölünmesi sebebiyle); "Müteşabih âyetlerin manasını Allah’tan başkası bilmez." şeklinde anlaşılması sonucunu doğurmakta ve işte problem de tam bu noktada başlamaktadır.
Şöyle ki; 
Soru:
- "Allah'tan başkası bilmez" hükmüne Hz. Muhammed'de dahil olacağına göre; Kur'anda mevcut bir kısım ayetlerin manasını, Peygamber dahil Allah'tan başka kimsenin bilmemesi, Kur'anın gönderiliş amacı ile ve birçok ayetle çelişmez mi?
(Mesela: 
Sad/ 29: (Resûlüm!) Sana bu mübarek Kitab'ı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik. 
Nahl/103: ... bu (Kur'an) apaçık Arapça'dır. )
 ***
Suudi Arabistan basımı (Aralarında Prof. Ali Özek ve Prof. Hayrettin Karaman'ın da bulunduğu altı akademisyen ilahiyatçı tarafından hazırlanan) Türkçe mealli Mushaflarda ise; söz konusu ibare için; 
Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pȃyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler." şeklinde meal verildikten sonra şöyle bir açıklama yapılmaktadır:
(Bazıları “ve’r-rȃsihûne” kelimesinin başındaki “vav” harfini bağlaç kabul etmişlerdir ki, bu takdirde mana şöyle olmaktadır:
Halbuki onun tevilini ancak Allah ve ilimde yüksek pȃyeye erişenler bilir.” Bu anlayışa göre Kur’an’daki müteşabih ayetlerin manaları, zaman içinde ilmin gelişmesi ile çözülecektir.)
***
Bu noktada dikkat çeken husus:
Suudi Arabistan basımı Mushaflarda; (mutlaka durulması gerektiği anlamındaki) söz konusu "mim" işareti yerine; ('durmak caizdir' manasına gelen "kaf-lȃm-ye" işareti konulduğu görülmektedir.
Buradan anlaşılan; Türkiye ve Suudi basımı Mushaflardaki secavend (noktalama) işaretleri arasında bazı farklılıklar bulunduğudur.
***
Not:
1- Söz konusu "mim" durak işaretinin doğru yere kaydırılması ile yukarıda zikredilen çelişki sona ereceği gibi, gayr-ı müslim birinin; "sizin nasıl bir kitabınız var ki, bazı ayetlerinin manasını Peygamberiniz dahi bilmiyormuşşeklinde, cevabı verilemez muhtemel  bir suali geçersiz olsun..
2- Mim işaretinin yanlış yere konması sonucu, cümlenin devamında "İlimde derinleşmiş olanlar, 'Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır' derlerşeklini alan ibare de sorunlu bir mana içermektedir. 

Şöyle ki; "Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandırdemek için, ilimde derinleşmek gerekmez; mümin olmak yeterlidir.
***
Önemli Not:  Bu meseleyi araştırırken, bu hususta iki önemli bilgiye rastladım.

1- Değerli ilahiyatçı, (merhum) Prof. Zeki Duman'ın bir çalışması bulunmaktadır. (Prof. Dr. Zeki Duman/zekiduman.com)
O çalışmadan öğrendiğimiz: Başka bazı ayetlerde de bu secavend işaretleri sorunu olduğudur.
Merhum Hocamızın söz konusu çalışmasının özeti aşağıdadır: 
"T.C. Başbakanlık Diyanet İşleri Başkanlığı Mushafları İnceleme Kurulu Başkanlığına Açık Mektup

Prof. Dr. Zeki Duman/zekiduman.com
(Özet)
Bu makalede, T.C. Başbakanlık Diyanet İşleri Başkanlığı Mushafları İnceleme Kurulu’nun tetkikinden geçmiş olan tüm Kur’an-ı Kerim’lerde mevcut secavendlerden; özellikle ikisinin bulunduğu yerlerde son derece sakıncalı olduklarını açıklamak ve bunları ilgili kurumların dikkatlerine arz etmek istenmiştir. 
Çalışmanın bilimsel bir anlam ifade edebilmesi; diğer bir deyişle, farklı bir yorum olarak değerlendirilip geçilmemesi için önce tefsir, te’vil kavramları açıklanmış, sonra da maddeler hâlinde Tefsir’in Temel İlkeleri, yani tefsir şuuru/nosyonu dolayısıyla kendi bilimsel yöntemimiz Kuran’dan verilen örneklerle açıkça belirtilmiştir.
Daha sonra da asıl konuya geçilmiştir. Burada secavendler hakkında kısaca bir bilgi verildikten sonra Yusuf suresinin 24. ayetindeki “cim” harfinin, bulunduğu yerde manayı bozucu etkisi sebebiyle mutlaka kaldırılması; Bakara suresinin 283. ayetinden sonra konulan “ayn” harfinin de 284. ayetten sonraya alınması lüzumu gerekçeleriyle birlikte izah edilmiştir."

2- "Sorularla İslâmiyet" adlı web sitesinde, bu meseleye dair sorulan bir soruya cevaben, "Müteşabih Ayetleri Anlamak" başlığı altında şu açıklamaya yer verilmiştir:
"...Bu fikri benimseyen en önemli isim İmam el-Eş’arî olup ona göre Âl-i İmrân, 7 âyetinde vakıf (durak) yeri ‘Verrâsihûne fi’l ilmi’ kelimesindedir. Bu görüşü açıklayan Ebu İshak eş-Şirazî şöyle der:
“Allah Tealâ’nın Kur’ân’da ilmini yalnız Kendisine mahsus kıldığı kısım yoktur. Allah, âlimleri Kur’ân’a muttali eylemiştir. Zira Allah bu cümleyi, âlimleri övmek üzere beyan buyurmuştur. Şayet onlar da bilemeselerdi avama dahil olurlardı.”
Nevevî, ‘Şerhu Sahih-i Müslim’de bu mânâyı tercih edip der ki: “En doğru izah budur. Zira Allah’ın mahlukatının bilemeyecekleri şekilde onlara hitap etmesi akıldan uzak bir iştir. Bu görüşe katılan daha birçok zat vardır..."
(Kur'an meali yazan Hocaların, İmam Eş'arinin sözkonusu durak işaretinin bulunması gereken yer ile ilgili görüşünü dikkate almamış olmaları bir eksikliktir. R.K.)
***
Ali İmran suresi, 7.ayet:
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَٓاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪ۚ وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢوَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ

( Huve-lleżî enzele ‘aleyke-lkitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummu-lkitâbi veuḣaru muteşâbihâtun feemmâ-lleżîne fî kulûbihim zeyġun feyettebi’ûne mâ teşâbehe minhu-btiġâe-lfitneti vebtiġâe te/vîlih(i) vemâ ya’lemu te/vîlehu illa (A)llâh(u) (mim) ve-rrâsiḣûne fî-l’ilmi yekûlûne âmennâ bihi kullun min ‘indi rabbinâ vemâ yeżżekkeru illâ ulû-l-elbâbi )
***
Kanaatimce; Söz konusu "Mim" işareti, (Yukarıda belirtilen İmam Eş'arinin görüşü istikametinde"illallah" kelimesinin sonundan kaldırılıp, "fî-l’ilmi" kelimesinin sonuna taşınmalıdır.
Bu takdirde meal aşağıdaki gibi olur:
"O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bir kısım âyetleri muhkemdir; onlar kitabın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Halbuki onların tevilini ancak Allah ve ilimde derinleşenler bilir. (Müminler/Kalplerinde eğrilik olmayanlar) Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır' derler. (Bu inceliği) ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar.”

NETİCE:
Kur'anı Kerim'in, Halife Hz. Osman zamanında derlenip, yeknesak hale getirilmesi üzerinden beş asırdan fazla bir süre geçtikten sonra, doğru okuma kolaylığı sağlama amacıyla konulan secavend-noktalama işaretlerinin ilmi bir heyet tarafından tekrar ve titizlikle gözden geçirilmesi zaruridir.
Bu meselede görev, elbette Diyanet İşleri Başkanlığına ve sayıları sekseni geçen İlahiyat Fakültelerinin değerli araştırmacılarına düşmektedir.
Tabi en başta, biz Müslümanların, Kur'anın sadece mevtalara okunacak bir dua kitabı olmadığını, hayatın tanzimi için okunup anlaşılmak üzere gönderilen, ilahi bir rehber olduğunu anlamak için biraz gayret sarf etmemiz gerektiğini hatırlamamız icap eder..
Devamı: https://din-diyanet.blogspot.com/2018/10/secavend-deyip-gecmeyin-2.html 
***
Secavend konusunda faydalı bilgiler:
SECAVENDLERİ İLK KİM KOYMUŞTUR?
Bu işaretleri ilk defa Muhammed b. Tayfur es-Secâvendi (öl: 560/1165) koymuştur ki, daha sonra konulan bazı işaretlerle birlikte hepsine birden, onun ismine izafeten "Secâvend" denilmiştir (A. Çetin, Kur'an-ı Kerim Tarihi, s. 150).

KUR'AN-I KERİMDEKİ DURAKLARLA İLGİLİ AYET VE HADİSLER
Yüce Allah: "Kur'anı tertil ile (açık açık, tane tane) oku!" (el-Müzzemmil, 73/4) buyurmuştur. Hz. Ali âyette geçen tertili, "harfleri tecvîd ile okumak ve vakıfları (durulacak yerleri) bilmek" şeklinde açıklamıştır.

Ümmü Seleme (r.anha)'dan gelen bir rivayette onun, Rasûlüllah (s.a.s)'in Kur'an okuyuşunu harf harf tefsîr edilen bir kıraat olarak vasıflandırmıştır (Ebû Davûd, Vitr, 20; Tirmizî, Fedâilul-Kur'ân, 23).
KUR'AN-I KERİMDEKİ DURAKLAR VE ANLAMLARI İÇİN BAKINIZ:
https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/secavend

DİYANET KİTAP FUARININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ..

   TÜRKİYE DİYANET VAKFI'NIN DÜZENLEDİĞİ 34. KİTAP FUARI   Yazı tarihi: 06.07.2015 Geçtiğimiz Cuma günü yolumuz Kocatepe'...